Self oryantalist bir hikaye

Bu hikayeyi ekşi şeyler okuduğum Şu hikayenin ardından hatırlayıp yazmaya başladım:

Adıyamanlı bir arkadaşım -Evin- couchsurfingden Amerikalı biriyle -Andy- tanışıyor. Andy yine couchsurfingden tanıştığı birinin -Muhammed - evinde kalıyor ama Muhammedle google translate kullanarak ancak anlaşabiliyorlar. Andy Nemrut a gitmek istiyor ama tabii şehir merkezinden perifere doğru gittikce telefon filan cekmiyor.
Evin de Andy'i Nemrut Dağına çıkarmayı kabul ediyor. Bi de beni davet ediyor. Tabii ki ne arabamız var ne bisikletimiz var ama pırıl pırıl birer Ingilizcemiz var. Hiç kullanılmamış. Otostopla gitmeye karar veriyoruz. Ben Malatya'dan minibüse biniyorum. Evin de aynı minibüse köyünden binecek.

Evingilin köyünde wifi hizmeti var fakat telefon çekmiyor. Benim geldiğim güzergahta da çoğu zaman çekmiyor. Doğal olarak her an telefonumla olası bir baz istasyonunun arasındaki uzaklığın türevini filan hesaplayarak ideal (t) anında birbirimize whatsapptan son mesajlarımızı atıyoruz. Evin yola çıkıp beklemeye başlıyor. Bu aşamadan sonra çok stresli bir süreç geçiriyoruz. Eğer birbirimizi kaçırırsak minimum 1 saat sonra filan haberleşebiliriz.

Neyse ki kaçırmıyoruzzz. Evinle aynı minibüsteyizz, gidiyoruz. Ileride bir noktada kimlik kontrolü oluyor. Fosilleşmek üzere olan bi amca kimliğini unuttuğu için bi süre beklemek zorunda kalıyoruz felan filan derken Andy'nin bizi beklemekte olduğu Adıyaman otogarına gelince iniyoruz. Sebebini bilmediğim çok güzel bir özelliğim vardır. Kimle tanışırsam tanışayım ilk 15 sn içinde 4 sene evvel sınıfta kaldığımı soylerim. Andy'nin de bu bilgiyle ufkunun iki katına çıktığına emin olduktan sonra tanışma faslını bitirdik, Kahta isimli ilçeye gitmek için otoyola çıktık ve Adıyaman'ın ne kadar otostopçu dostu bir şehir olduğunu gördük.

Evet her araç ama herrr araç bize yaklaşırken yavaşlıyor, bizi bi güzel inceledikten sonra basıp gidiyordu. Kendimi uzaylı ve radar kesişimi bi şey olarak hissetmeye başlamıştım. Sanırım hayatımın en varoluşçu kesitiydi. Neyse ki kısa sürdü çünkü bir Kahta minibüsü durmuştu. Böylece hayatımın ilk otostop macerası başlamadan bitmişti. Dümdüz minibüsle gideceğiz diye baya moralim bozulmuştu amaa o sırada Andy şoförle konuşuyor eliyle para sayma hareketi yapıp "we have no money" diyordu. Adam "atlayın" hareketi yapıp atlayın dedi. (Atlayın hareketi=kolunu orak gibi kullanmak)

Minibüse bindik, en arkaya geçtik. Evin pencere kenarına geçti, yanında ben, benim yanimda da Andy vardı. Şimdi ağzımızdan Türkçe bir şey kaçarsa aşırı ayıp olacak (çünkü minibüs ücreti yalnizca 5 tl) diye Evinle birbirimize bakıp hayvan gibi gülmeye başladık. Gülmekten kardiyak arreste giriyorduk ki yorulup sustuk. Minibüsteki kadınlar arada bize bakıp Kürtçe konuşuyorlardı. Hakkımızda konuştukları belliydi. Kürtçe bilmeyi en çok istediğim anlardan biriydi.

Biz sustuktan biraz zaman geçtikten sonra hemen önümüzdeki koltuktan sarkan 9-10 yaşlarında bi çocuğun bize baktığını fark ettim. Çocuk Andy ile konuşmaya başladı. Çocuğun ingilizcesinin epey iyi olması beni eğitim sistemimiz ne denli iyileşmiş filan diye düşünmeye sevk edecekti ki çocuğun online oyun oynadığını düşündüm.

Neysee ben böyle düşünürken çocuk da birden Andy e benim nereli olduğumu sordu. Daha önce bikaç kez Korelilere benzetildiğim için hiç düşünmeden "I am Korean" dedim. Ismimi sorunca milisaniyelik bir düşünmeyle Türkmenistanlı bir arkadaşımın ismini söyledim "Haital" diye. Çocuk daha sonra Evin i sordu. Andy de "She is Serbian" dedi. Çocuk biraz daha eğilip Evinle göz göze gelmeye çalıştı ve "Bence sen Türksün" dedi. O an Allahu tealadan gelen bir güç sayesinde gülmeden durabildik ve hiçbir şey anlamıyormuş gibi şaşkın şaşkın birbirimize baktık. Ben bu anda aklıma geldiğinde anksiyete seviyemi beş bin kat arttıran şeyleri aklıma getirmeye çalışırken Evin de muhtemelen ölmüş babaannesini filan düşünmeye çalışıyordu. Çocuk Andyle biraz daha konuştuktan sonra önüne döndü. Sonra Andy bize vegan olduğundan bahsetti, veganizmin sağlık üzerine etkilerini filan konuştuk. Ben daha önce kimseyle ingilizce sohbet etmedigim için "iyi lan sorular bildiğim yerden çıkıyor" filan diye seviniyordum. Evinin ingilizcesi de zaten nispeten daha iyiydi. 5-10 dk sonra biz de indik.

Bir marketten vegan konserveler, su, kuru yemiş filan alıp tekrar otostop çekmeye çıktık. Bu sırada ben Koreli olmaktan aldığım zevki başka hicbir şeyden almadığımı fark ettiğim için Koreli kimliğimi çok benimsemiştim ve bir daha Songül olmaya filan niyetim yoktu. Kavşak gibi bi yerde durmuş otostop çekiyorduk. Arabaların çoğu duruyor, şoförler Andy e Türkçe bir şeyler söyleyip el kol hareketleri yaparak gidiyordu. Koreli olmayı çok abarttığımdan mı 49 derece sıcaklıktan mı yoksa gülerken tüm enerjimi harcadığım için mi bilinmez şoförlerin ne dedigini anlamıyordum. Andy hepsinin ters yöne gittiklerini söyledigini soyledi.

Beynimin eridiğini kulaklarımdan burnumdam akmaya başlayacağını düşünüyordum ki bi araba durdu. Kırmızı renkli şahin model. Bindik. Tekerlekleri olan bi cehennem simularkı. Hemen camı indirdim. Su şişesini çıkarıp yarım litre su içtim. Andy şoförle - Sayko Ahmet Abi - tanışıyordu. Ahmet abi 5-6 yıl Rusyada yaşamış, biraz ingilizcesi vardı. Ama ingilizce konuşurken arada acayip saçma türkçe şeyler söylüyordu. Andynin koluna dokunuyor "bebeğim siz neden Irak'ı işgal ettiniz?" diyordu. Ahmet abinin içinden sevgilisinin 13 yıl önce yaptığı hataları takıntı haline getirmiş ruh hastası bir sevgili çıkıyordu ve biz Türkçe olarak sorduğu tüm o anlamsız soruları anlıyor olmanın getirdiği gerilimi gülerek azaltmak istiyorsak da gülemiyor daha da geriliyorduk. Ahmet abi, Kennedy'nin aslında ölmediğini ölmüş gibi yapıp derin devleti yönettiğini, bu bilginin saklandığını ama kendisinin bildiğini söylüyordu.

Cehennem sıcağının ve açlığın beynimizle dalga geçtiği ortadaydı. Epistemolojik açıdan algı üzerine derin düşüncelere dalmıştım. Kendi içimde ampirizm ve sensualizm eleştirisi veriyordum. Şaka şaka bu Ahmet abinin aşikar psikopatolojisi inş bizi acıklı bir ölüme götürmez diye dua ediyordum neyse ki ahmet abi insan öldürmekten pek hoşlanmıyormuş. Bizi Nemrut'a direkt götürmek istemedi. Önce yol üzerinde Antik Köy Arsemia'yı ziyaret ettik. Sonra da Nemrut'a doğru yola çıktık. Nemrut'a gelince Ahmet abiyle vedalaştık. Tesisin terasına gidip dinlendik. Su aldık, konserveleri yedik. Biraz kendimize geldik. Daha sonra tekrar yola çıktık. Ve yürüyerek Nemrut'a çıktık.

Biz çıkarken bazı Adıyamanlılar da dönüyordu. Adıyamanlı olduklarından emindim çünki turistler öğlen saatlerinde değil güneşin doğuşuna veya batışına yakın zamanlarda geliyordu. Genç bir adıyamanlı kadın biz giderken "hayatınızı seviyorsanız yukarı çıkmayın" dedi. Adıyamanlı olduğu burdan da belliydi dünyanın öbür ucundan gelmiş olsaydı kendisini büyülenmiş hissetmek zorunda hissedecekti. Nefes nefese kalmıştı. Şimdi kardiyolojiye gidip efor testi yaptırması gerektiğini anlıyorum ama o zaman yukarı çıkmaya devam ederek "HAYATIMIZI SEVMİYORUZ" diye bağırmıştım. Bir başka kadınsa üçümüzü de yabancı sanarak fotoğraf çektirmek istemişti. O güneşte fazladan bir saniye bile durmak için geçerli bir sebep değildi, hemen yabancı olmadığımızı söyledik. Kadın da "amaaan kim bilecek yabancı yol arkadaşlarım diye paylaşacağım" demişti.

Ve nihayet Nemrut dağına çıkmıştık. Zirveye vardığınızda Kral Antikos'un ölümsüzlük arzusunu neden Nemrut'ta sergilemek istediğini anlıyordunuz önünüzde sonsuzca uzanan gökyüzü ve dört bir yanınızdaki dağlar insana doğanın gücü karşısında kaybolmuşluk hissi verirken hemen yanıbaşımızda duran heybetli anıtlar tam tersine insanlığın ve medeniyetin gücünü gösteriyordu. Anıtları incelemeye bu karmaşık duygularla devam ettim, fotoğraflar çektik ve biraz serin bir köşe bulup biraz sohbet etmeye başladık. Andy sadece bir bisikletle dünyayı geziyordu, minimalizmi hayatının merkezine koyduğunu anlatıyordu. Bizim de politik görüşlerimizi öğrenmek istiyordu. Sonra aşağı inmeye karar verdik. Yolda Evinin elini tutup biz aslında ama herkese yakın arkadas olduğumuzu söylüyoruz dedim. Evin Andyden daha çok şaşırdığı için yalan söylediğim belli olmuştu. Cok uzatacak da değildim zatenn. Tesise gelince terasta oturan insanlara bizi arabalarına almalarını rica ettik. Veee cok güzel: herkes yeni geldiğini güneşin batışını bekleyeceğini söylüyordu. Öğlen saatlerini geçmiştik. Bu saatten sonra gelen herkes akşamı beklerdi. Biz o kadar beklersek adıyaman malatya arabaları seferlerini kaçırırdık. Ne evin köye gidebilirdi ne de ben malatya'ya ki benim ailemin adıyamanda olduğumdan bile haberi yoktu. Arkadaşlarla gezeceğiz diyip çıkmıştım evden. Otostop çektiğimi ama yolda kaldığımı soylesem annem kalp krizi geçirirdi. Evingilin köyündeyim desem napıyorsun orda dağ başında akşam dön derdi.

Ben umutsuzca telefonumu şarj etmeye gittim ve annemgile neyin ne kadarını nasıl söylesem diye düşünüyordum. Bu sırada 3 tane genç adam terasa girdi. Andy onlara sormak için yanlarına gitti ve sevinerek döndü. Nemrut a bile çıkmayacaklarmış.Terasta çay içmeye gelmişler Kahta'ya kadar degil direkt şehir merkezine kadar gideceklermiş. Müthiş sevindik ve beklemeye başladık. Tipleri de ahmet abi gibi değil, gayet normaldi. O sırada dinlendik, Andy not defterine bir şeyler yazmaya başladı. Benim için strange diye not aldığını söyledi gülerek. Nedense hoşuma gitmişti bu. Sonra bizim 3 adam kalktı. Biz de toparlanıp kalktık hemen. Ben songül mü olsam haital mı olsam diye kararsız kaldığımdan hiç konuşmadım. Arabaya bindik. Biraz zaman geçince tanışmak istediler. Baktım yalan söyleyecek halim kalmamış. "Ben de malatyalıyım ismim Songül" diyince şaşırdılar yabancı sanmış onlar da. Adamların ingilizcesi vardı biraz. Bi süre Andy ile konuştular. Sonra biraz zorlandılar. Evin ve ben çevirmenlik yapıyoruz filan. Bu sefer ufaktan yalan çeviriler yapıyordum. Arabada arkada bizimle oturan adam sağlık çalışanıydı(paramedik), şoför polis, onun yanındaki de telefon tamircisiydi. Telefon tamircisi olan için o da suçlu hükümlüymüş dedim mesela.

Yolda giderken telefoncu adam ben de Amerikaya gitmek istiyorum ama yurtdışı yasağım var dedi. İnsan sadece tahminlerinin tutmasından değil yalanlarının tutmasından da zevk alıyormuş. Hatta daha çok zevk alıyormuş. Baya güldüm tabii bi yandan da bi gerginlik hissettim. Neyse ki hiç bir sıkıntı çıkmadı. Ben otogara gelince Malatya otobüsüne binmek üzere indim. Evin ve Andy ise merkezde Muhammedle buluşmak üzere yola devam etti.

Tabii Andy Ahmet abinin neler saçmaladığını bilmediği için Türkiyede otostop çekmenin ne kadar güvenli olduğundan bahsettiği bir video çekmiş.
O da burda

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Acı Çekmenin Yaratıcılıkla İlişkisi